-Özlenenler Araştırması Üzerine-
“Neden saklamadım onu sanki? O bana alışmıştı, ben de ona…” diye hayıflanıyor Dennis Diderot. 1765’te Rus İmparatoriçesi Catherine’nin maddi sıkıntıdaki Diderot’un kütüphanesini satın alması ve sonra yine filozofa bağışlaması, bunun yanında rahatça üretebilmesi için 25 senelik maaşını peşin ödemesiyle başlıyor hikaye. Diderot önce kırmızı, şık bir sabahlık alır ve sonra sabahlığının letafetine uyması için yavaş yavaş eskimiş eşyalarını değiştirmeye başlar. Domino etkisiyle değişim, bir alışveriş girdabına döner. Bugünün tüketim çılgınlığına dair anlamlı bir anekdot olduğunu düşündüğümden, küçük bir kısmını alıntılayarak başlamak istedim yazıma.
Hızdan haz almaya çok alışmıştık. Hızlı, daha hızlı, çok daha hızlı bir yarış içindeydik. Bu amansız hızdaki yarışta farksızlık halinin sağlanabildiği tek özellik “Hızlı olma gayreti.” Bildiğimiz tek şey; hayatta kalmak için hızlı olmalıyız. Artık büyük balık küçük balığı değil, hızlı balık yavaş balığı yutuyordu çünkü. Her şeyin hızlandığı bir düzende -rekabet şartlarının yarışı daha da acımasız hale getirmesini de eklersek- hep bir ağızdan: “Yavaş kalanın canı çıksın” diyelim en azından koşmaya başlamadan önce.
Bu kontrolsüz ve sonsuz devinimin doğurduğu limitsiz üretimi, normal tüketim davranışı normlarıyla tüketebilmemiz mümkün değildi. O zaman başlasın “Tüketim çılgınlığı..” Salt alışveriş eylemiyle sınırlı bir halden bahsetmiyorum. Her alandaki hızlı tüketimi kastediyorum. Günümüz insanının en belirgin ortak özelliklerinden bir diğeriydi belki de “Tüketme şehveti.”
Günümüz insanının her alanda karakteri olmaya başlayan hızlı tüketim ve hızlı yaşam, sosyal bir varlık olan insanın beşeri ilişkilerinde de hayat bulmasıyla, sistem hata vermeye başladı. Tüketimi, üretimin başlangıç noktası olarak ele alırsak; daha çok tükettikçe daha çok üreten, sonra ürettiklerine yetişebilmek için daha çok, daha hızlı tüketen insanın acınası hali. Ve bu kısır döngü belli bir süre sonra deyim yerindeyse bir otofajiyi başlatıyor. Maslow’un piramidini emin adımlarla çıkmış ama iç yolculuğunda bodrumda dolanan günümüz insanı.
Tarihte pek görülmediği kadar eşitlenen şartlar altında yaşadığımız pandemi dönemindeki toplumun neleri özlediğini, hasretlerini, pişmanlıklarını gözlemlemek için 24-26 Nisan 2020 tarihleri arasında 1.806 kişiyle görüşerek “Özlenenler” başlığıyla bir araştırma gerçekleştirdik. Yeni normale dair kehanetlerin havada çarpıştığı bir dönemde, peki toplum gelecekle ilgili ne düşünüyordu? Farklı perspektiflerle ele aldığımız çalışmamızda, tüketici veya seçmen olarak defalarca sorularımızı yanıtlayan katılımcılarımızın bu sefer “Sadece insan” yönünü göstererek cevap verdiğini gördük.
“Hayatın hızlı koşuşturmacasında o kadar hızlı tüketmişiz ki her şeyimizi, o kadar az bilmişiz ki elimizdekinin kıymetini, şu pandemi bir bitsin aileme, sevdiklerime, sağlığıma çok daha fazla değer vereceğim.” diyor katılımcılar. Maddi planlamaları, sonu gelmez hedefleri değil temel insani ihtiyaçları, hazları gördük bu araştırmamızın raporunda. “Farz edelim ki pandemi dönemi başlamadı, eski zamandaki halinize ne söylemek istersiniz?” sorusuna “Sağlığına dikkat et!”, “Sabah erken uyanıp işe gitmenin kıymetini bil!” ve “Gezmeye üşendiğin yerleri git, gör” cevaplarını aldık. Pazartesi sendromu falan kalmamış anlayacağınız. En çok özlediğim “Sevdiklerime sarılıp, kucaklaşmak”, ilk olarak yapmak istediğim “Aile-akraba ziyareti”, hayatımda yapmak istediğim değişiklik “Sağlıklı yaşamaya özen göstermek” diyor katılımcılarımız. Diğer sorularımıza aldığımız hiçbir cevapta da çılgınca bir tüketim eylemi/talebi yoktu. Bilakis hoyratça tükettiklerimizin değerinin anlaşılması durumu vardı.
Bugünler bitecek, atlatacağız tüm sıkıntıları. Umarım; bu farkındalık, bu iç yürüyüşümüz, bu empati hali olabildiğince uzun sürer ve salt içimizdeki insanı besler, geliştirmeye gayret ederiz. Yoksa; bir tek o sabahlığı değiştirmeyle başlıyor her şey…
Areda Survey
Genel Müdürü